Kur'an-ı Kerim'in Kur'an'daki İsimleri
KUR’ÂN-I KERÎM’İN KUR’ÂN’DAKİ İSİMLERİ
Bu başlıkta derin filolojik izahlara girmeden Yüce Allah’ın ilâhî mesaja verdiği isimlerin bir bölümü üzerinde duracağız.
1. el-Kur’ân
İlâhî mesajın en yaygın ve kelime kökenine uygun olan ismi budur. “Toplamak, bir araya getirmek, okumak, çok okunan şey” anlamlarına gelen Kur’ân kelimesinin kökü, genel kanaate göre k-r-e’dir.[1] Kur’ân kelimesi Kur’ân’da 70 defa kullanılmaktadır. Bunlardan Kıyâmet 75/17-18’deki kullanımların “kişinin hakkındaki hükmün mahşerdeki kendisine okunması” anlamına geldiğini beyan ederek diğer kullanımların “Kur’ân” anlamına geldiğini söyleyebiliriz.
Kur’ân, “çok okunan metin” anlamıyla öncelikle Müslümanlardan, sonrasında da bütün insanlardan kendisini düşünerek, anlayarak ve hissederek okumalarını istemekte ve beklemektedir. Bu haliyle kıraat, “anlamını düşünerek, anlayarak ve hissederek okumak” demektir. ‘Alak 96/1’deki ilk emir de böyle bir okumayı ifade eder; yani kâinatı okumak, keşfetmek, düşünmek ve anlamaya çalışmak. Bu yönüyle kıraat, “aklın ve zihnin okuması” anlamında entelektüel bir bilgilenme ve bilinçlenme faaliyetidir.
2. el-Kitâb
“Yazmak, yazılan şeyler, yazı tomarı” gibi anlamlara gelen el-kitâb, kütüb, mektûb kelimleri Kur’ân’da 262 kez geçmektedir. Bunlardan el-Kitâb ismi Kur’ân’ın Kur’ân’da en çok kullanılan isimlerindendir. Bir kısmında farklı anlamlar söz konusu olsa da, bu kelime büyük çoğunlukla “Kur’ân“ı ifade etmektedir. Başında el takısı olarak da olmayarak da el-kitâb/kitâb kelimesinin bazı âyetlerde “Hz. Mûsâ’ya verilen kitap”, bazı âyetlerde “Tevrât”, bazı âyetlerde de “ilâhî öğreti” veya “vahiy” anlamlarında kullanıldığı bilinmektedir.
Bu kelimenin “mektup” anlamı da vardır; delili ise Neml 27/28 ve 29. âyetlerdir (kitâbî/kitâb). Buradan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Kur’ân, Yüce Allah’ın insanlığa gönderdiği son mektubudur. Bu mektup herkese gönderilmiştir. Birilerinin okumasıyla diğerlerinden görev düşmemektedir.
Mektuplar, anlaşılmadan okunmak için gönderilmezler. Mektup, anlaşılmak ve bir mesajın iletilmesi için yazılır. Kur’ân da böyledir. Yüce Allah, mesajını anlaşılmak ve yaşanmak için göndermiştir. Bu arada davranışlarla da mektuba cevap verilmesini istemektedir. Ya gerekenler yapılıp sevap elde edilecek ve sonuçta ödülle buluşulacak; ya da gerekenler yapılmayacak veya yasaklar işlenerek cevap verilip sonuçta azaba katlanılacaktır. Her durumda Kur’ân’ın ilâhî bir mektup olduğu ve okunup yaşanmak için gönderildiği unutulmamalıdır.
3. el-Furkaan
“İyi ile kötüyü, doğru ile yanlışı, faydalı ile zararlıyı, hak ile bâtılı, karanlık ile aydınlığı vs. ayıran değer veya ölçü”ye Furkaan denilir. Bizzat ayırana da, kendisi ile bunların ayırt edildiği şeye de aynı isim verilir. Bu itibarla Kur’ân, hakkı bâtıldan ayırt etmede en önemli ölçüdür ve 3 âyette Kur’ân’ın ismi olarak yer almaktadır.[2] el-Furkaan kelimesi, “Hz. Mûsâ’ya verilen mesaj”,[3] “Bedir”[4] ve “hakkı bâtıldan ayıran güç”[5] anlamlarında da kullanılmaktadır.[6] Furkaan sûresinin ilk âyetinde de geçen bu kelime aynı zamanda bu sûrenin ismidir.
Din adına neyin doğru, neyin yanlış; neyin yararlı, neyin zararlı; neyin tam, neyin eksik olduğunu belirlemede vazgeçilmez kaynak Furkaan olan Kur’ân’dır. Din adına söylenecek sözlerin veya kabul edilecek esasların mutlak anlamda Kur’ân’a uygun olması gerekir. Kur’ân’a sunulmadan, bir anlamda onun onayını almadan hiç kimsenin sözüne din adına itibar edilmemelidir. Hadislerde de ölçü budur. Kur’ân’a uygun olanlar doğrudur ve Hz. Peygamber’e aittirler; aykırı olanlar ise yanlıştır ve uydurmadırlar; çünkü Hz. Peygamber din adına Allah’ın kitabına aykırı şeyler söylemez.
Kur’ân, dini söylemlerde adeta bir DNA laboratuvarı gibidir. Ortaya çıkan görüşler veya ileri sürülen kanaatler Kur’ân süzgecinden geçirilmeli, geçerliliklerini Kur’ân referansına dayandırmalıdırlar. Buradan onay almayan görüşlerin din adına doğru oldukları sadece kuru bir iddiadan ibaret kalır. Eğer bir iddia sahibi görüşünü Kur’ân’a dayandırmaya yanaşmıyor, ondan onay almak için Kur’ân aynasına vurulmasına rıza göstermiyorsa o görüşün itibar görmemesi gerekir.
Herhangi bir dayanağı veya onay makamı bulunmayan dini öğretilerin yolu açılırsa artık bir süre sonra söz konusu dini anlamanın da onu yaşamanın da imkânı kalmaz. Şimdilerde her ne vesile ile olursa olsun Allah adına konuşanların Allah’ın kitabından konuşmaları gerektiği unutulmamalıdır. Çünkü Furkan olan kaynak Kur’ân’dır ve Kur’ân’dan ışığını almayan ifadeler birer iddiadan öte herhangi bir değer de taşımazlar.
Yüce Allah, İlâhî hitaba karşı duyarlı olan ve sorumluluk bilinci taşıyan insanları “Furkan” sahibi yapacak, böylece işledikleri hataları silecek ve onları bağışlayacaktır.[7] İnsanın “Furkaan” sahibi yapılması, onun asıl Furkan olan Kur’ân’a sarılmasından ve onu hayatının vazgeçilmezi yapmasından sonra gerçekleşmektedir. Yani “furkan” sahibi olmak bir sonuçtur; sebebi ise Kur’ân ile ve onun anlamı ile buluşmaktır. Dünya hayatında Furkan (Kur’ân) ile buluşanlar, mahşerdeki ayrışmada ödülle buluşmayı Allah’ın izniyle başaracaklardır.
4. en-Nûr
“Işık” anlamına gelen bu ismiyle Kur’ân, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkartmak için gönderilmiş olduğunu ortaya koymaktadır.[8] en-Nûr kelimesi Kur’ân’da farklı anlamlarda 43 yerde geçmekte, 11 âyette ise Kur’ân’ın ismi olarak kullanılmaktadır.[9]
“Aydınlık” anlamıyla bu isim, Kur’ân’ın hayata bakan tarafını göstermekte, onun aydınlığıyla yaşanan hayatın karanlıklardan uzak olacağını ortaya koymaktadır. Kur’ân’ın değişik sûrelerinde geçen bu kelime, gecenin karşıtı “gündüz” anlamında bir aydınlığı değil, “cehalet karanlıklarının karşıtı” olan aydınlığı, yani gerçeği ifade etmektedir. Kendisini göklerin ve yerin nûru[10] olarak isimlendiren Yüce Allah, insanlığa gönderdiği mesajına da bu adı vermekte, böylece kelamıyla kendi zatını aynı isimde buluşturarak, hayata bakan yapısıyla Kur’ân’ın önemine özellikle vurgu yapmaktadır.
Bugün insanlar, Kur’ân’ın aydınlığından yeterince yararlanamamakta ve onun sunduğu hayat değerlerini görmezlikten gelmektedirler. Kur’ân’ın nûrundan yararlanabilmek gayesiyle günlük hayatta ışıklar açıldığı gibi Kur’ân’ı da “açmak” gerekir. Bazen açılmasına rağmen yanmayan ışıklar da olabilir; bu durumda elektriğin olmadığı anlaşılır. Aynen bu şekilde günümüzde açılmasına, okunmasına ve dinlenilmesine rağmen Kur’ân’ın yeterince ışık vermediği görülmektedir. Bunun sebebi, gerçeği onda arama isteğinin olmamasıdır. Oysa bir ismi nûr olan Kur’ân, içerdiği esasların ışığıyla insanın gönül ve ruh dünyasını aydınlatan bir değerdir.
5. er-Rûh
Kur’ân’ın isimlerinden biri de rûh’tur.[11] Rûh, beden için vazgeçilmez değerdir ve ruhsuz beden ölü gibidir. Beden için ruhun önemi ne ise, dînî hayat için de Kur’ân’ın önemi ve değeri işte odur. Yüce Allah: “İşte böylece, Biz sana katımızdan bir ruh vahyettik”[12] buyurarak bu gerçeğe dikkat çekmektedir.
Demek ki Kur’ân, hayat için bir ruhtur; canlılığın ve farkındalığın en önemli değeridir. Bu gerçek, Enfâl sûresinde şöyle beyan edilmektedir: “Ey iman edenler! Sizi kendinize hayat verecek bir şeye (Kur’ân’a) çağırdığında Allah’ın ve Elçisinin bu çağrısına icabet edin.”[13] Kur’ân, bu âyette de ifade edildiği gibi insanları canlı olmaktan, hayat ve ruh sahibi olmaya yükseltmektedir. Bu yönüyle rûh olan “Kur’ân”ın dönüştürücü özelliği de hatırlatılmış olmaktadır.[14]
Yâsîn 36/70’teki “Hayatta olanları uyarmak” ifadesi, Kur’ân’ın bu özelliğini ortaya koymakta, onun insana ruh verip gerçeğin farkına vardırmasındaki etkisine dikkat çekmektedir. Kur’ân, insanın hayatta oluşunu ruh ve bilinç sahibi olmaya dönüştürdüğü için isimlerinden biri rûh olarak belirlenmiştir.
Kur’ân, sorumluluk yükleyen, insan akıl ve iradesini muhatap alan bir sesleniştir. Bu yönüyle de Kur’ân’ın “rûh” oluşu, onun sorumlu varlıkları muhatap aldığını ve onlarda değişimi amaçladığını göstermektedir. Ruh, akıl, irade ve bilinç olmadan insanın sorumluluğundan söz edilemez.
“Eğer biz, bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, onun ezilip büzülerek Allah’a duyduğu saygıdan dolayı boyun büktüğünü görürdün. Bu örnekleri, düşünürler diye insanların önüne koyuyoruz”[15] âyeti, Kur’ân’ın etkisini gözler önüne sermektedir. Cansız dağın boyun bükmesi ve bunu Allah’a saygıdan dolayı yapması için önce canlandırılması ve ruh sahibi yapılması gerekir. Bu âyet, dağın bu halinden mecaz olarak söz edildiğini göstermektedir.
Kur’ân, bu dünyanın en büyük varlıklarını, en sarsılmaz sanılan kütlelerini bile sarsıp boyun büktürebiliyorsa, bu durum onun ruh verici özelliğinden kaynaklanıyor demektir. Yüce Allah, insanların düşünüp ders almaları ve sonuç çıkartmaları için bu tür örnekleri vermektedir.
6. eş-Şifâ’
Yaygın kabule göre “derde deva olmak” anlamına gelen eş-şifâ’ kelimesi, Kur’ân’ın Kur’ân’daki isimlerinden biridir. “Ey insanlar! Rabbinizden size bir öğüt ve kalplerde oluşabilecek her tür (manevi hastalık) için bir şifa, inananlar için de bir rehber ve rahmet gelmiştir.”[16] Şüphe yok ki Kur’ân’ın şifa olması, manevî hastalıklarla, yani inanç hastalıklarıyla ilgilidir.
Kur’ân, insanların iç dünyalarını onaran bir şifadır. Nitekim Yüce Allah, aynı kökten bir kelimeyi (yeşfi) kullanarak, Allah yolunda savaşanlara yardım edeceğini ve müminlerin gönüllerine ferahlık vereceğini[17] ifade etmekte, böylece şifâ’ kelimesinin gönülle alakasını ortaya koymaktadır. Bu kelimenin elbette maddî ve bedensel anlamda bir deva anlamı da vardır. Nitekim Hz. İbrahim’in duasındaki “Hastalandığımda bana şifayı O verir” (yeşfîni)[18] ve “Bal nimetinde insanlar için şifa vardır”[19] (şifâ’) âyetlerindeki kelimeler bu anlamdadır.
Bu istisnalar dışında belirtmeliyiz ki, Kur’ân’ın şifa oluşu gönüllerdeki inançsızlık rahatsızlıklarını tedaviye yöneliktir ve manevi bir mahiyet arz etmektedir. Dinî hayatı doğru kavramaya yönelik arayışlar ve kâinatı doğru anlama gayretleri, Kur’ân’ın yol göstericiliğinden, rehberliğinden ve çözüm getiriciliğinden yararlanmalıdır. Onun şifa oluşu, çözüm üreticiliğindedir; sorun gidericiliğindedir; yol göstericiliğindedir.
İnsanlar, Kur’ân okuyarak bedensel rahatsızlıklarının giderileceğini sanmamalıdır. Meselâ kalp rahatsızlığı olanlar Kur’ân okuyarak değil, Kardiyolojiye müracaat ederek Yüce Allah’tan şifa beklemelidirler. Bedensel rahatsızlıklarda önce ilgili doktorlara başvurmalı, şifa ise elbette ve elbette sadece Yüce Allah’tan beklenmelidir. Doktorlara müracaat etmek gerekir; çünkü sebeplere sarılmak insanın önemli bir irade görevidir. Ancak bilinmelidir ki bunun sonucunda yine şifayı verecek olan Yüce Allah’tır.
Kur’ân, hidayet kaynağı olması itibariyle, ruhların kaybettiği rotalarını bulmada insanlara yardımcı olur, yol gösterir. Kur’ân’ı, gönderildiği amaç doğrultusunda okumak, anlamak ve yaşamak zorundayız. Gönderiliş amacının dışına çıkarak onu bedensel rahatsızlıkların tedavisi için okumak, Kur’ân’ı yerli yerinde okumak anlamına gelmez. Dahası bu amaçlarla yapılan okumalar Kur’ân’dan, onu anlamaktan ve indiriliş gayesinden uzaklaşmaya da neden olabilir.
7. el-Beyân/el-Beyyine
“Açıklama, mesaj, ders” anlamlarına gelen el-beyân kelimesi de, Kur’ân’ın Kur’ân’daki isimlerinden biridir. “İşte bu (kitap), bütün insanlar için bir açıklama ve bir derstir; takvâ sahipleri için de bir hidayet ve öğüttür.”[20] Bu âyette geçen beyân kelimesi, Kur’ân’ın bütün insanlara yönelik bir hitap olduğunu ortaya koymakta, ayrıca duyarlı insanlar için bir yol gösterici, rehber ve öğüt olduğuna dikkat çekmektedir. Kur’ân, “açık oluş ve açıklayıcılık anlamında yeterince anlam derinliğine sahip olup, Allah’ın kendisini ifade etme aracı olan” bir mesajdır.
“Beyân etmek”, bir şeyi açıklamak demektir. Açıklama yapmak da, bir isteğin ortaya konulması veya ona cevap verilmesi şeklinde gerçekleşir. Kur’ân bu yönüyle insanlık için gereken değerleri hem ortaya koymakta, hem de karşılaşılabilecek problemler için önceden açıklamalar yaparak, sorunun ortaya çıkmasını engellemekte, buna rağmen oluşan problemleri de çözmeyi amaçlamaktadır.
Kendisi mübîn, yani “apaçık” olan Kur’ân, aynı zamanda “açıklayıcı” bir özelliğe de sahiptir. Bu nedenle onun beyân oluşuyla birlikte düşünülmesi gereken özelliklerinden biri de beyyine oluşudur. En‘âm 6/157’de de geçen beyyine kelimesi, “delil, açık kanıt” anlamına gelmektedir. Kur’ân’ın delil oluşu, bu âyette hidayet (rehber) ve rahmet oluşuyla birlikte zikredilmekte, adeta yoldaki işaretleri gösterme misyonuyla buluşturulmaktadır.
Yola çıkanın rehbere ihtiyacı olduğu gibi, insanlık da hayat yolculuğunda şaşmaz bir otoritenin rehberliğine ihtiyaç duymaktadır. İşte Kur’ân, bu ihtiyacı karşılamak için bir beyyine ve beyân olarak insanlığa gönderilmiş ilâhî bir yol işaretidir; bir rehberdir. Onun açıklayıcılığı, muhtemel yol kazalarını da önlemeyi amaçlamaktadır.
Kur’ân’ın beyân oluşu, onun konuşmasıyla da yakından ilgilidir. Evet, insanlar konuştuğu gibi Kur’ân da konuşur;[21] üstelik onun konuşması sadece ve sadece gerçeği ifade şeklinde gerçekleşir. Onda sapma ve eğrilme yoktur; sahibini yanıltma ve yarı yolda bırakma da yoktur.
İnsan olmaktan ve yanılabilirlilikten kaynaklanan hiçbir arıza Kur’ân’da yer almaz. Kur’ân’ın konuşması Yüce Allah’ın konuşması demektir ve Yüce Allah da sadece gerçeği söyleyendir.[22] Kur’ân’ın ifadesine göre O’nun sözü gerçeğin ta kendisi olduğuna göre, ötesi şaşkınlıktır.[23]
Bütün bu sözlerimizin özeti şudur: Konuşmaktan maksat anlaşılmaktır. İnsanlar anlaşılmak için konuşurlar da, kâinatın sahibi Yüce Allah anlaşılmamak için konuşmuş olabilir mi hiç? Kur’ân, beyândır; Yüce Allah bununla insanlara seslenmektedir. Bize düşen görev de o sese ve sahibine samimiyetle kulak vermektir.
8. ez-Zikr/et-Tezkira/ez-Zikrâ
Daha önce çeşitli âyetlerin tefsirinde de ifade ettiğimiz üzere, Kur’ân’ın isimlerinden biri de “öğüt ve hatırlatma” anlamında zikr, zikrâ veya tezkiradır.
Kur’ân’ın zikr veya tezkira, yani “öğüt ve hatırlatma” oluşu, onun daha önce insana bildirilmiş olmasını gerektirir. Nitekim insanlara bir şeyleri hatırlatmak demek, onların daha önceden haberdar edilmişliği demektir. Buradan hareketle şunu söyleyebiliriz: Vahyin hatırlatıcılığı, onun fıtrata uygun gerçekler içermesi demektir.
Fıtrat, yaratılışta insanı Yüce Allah’ın şekillendirdiği ilâhî programın adıdır. Bütün değerler, fıtrata ilmek ilmek işlenmiştir. İnsandan istenen de buna uygun tercihler ve tavırlar ortaya koyması, bir anlamda fıtratıyla ters düşmemesidir. Fıtrata işlenen “Allah’ı tek ilâh olarak tanıma” imzası, Kur’ân’ın sunduğu hatırlatmaları fıtratın hiçbir şekilde yadırgamayacağını ortaya koymaktadır. İnsan, daha önce aşina olduğu şeyleri duyunca onları hatırlar ve zihninde herhangi bir çelişki ile karşılaşmaz.
“Zikir” ile “fıtrat” uyumu son derece önemlidir. Mutlak inkârcılar hariç olmak üzere, eğer sunulan ilâhî bildirimler karşı taraftan red cevabı alıyorsa, bilinmelidir ki ya yapılan sunumda bir yanlışlık vardır, ya da ilâhî prensipleri doğru anlamada bir sorun yaşanmaktadır. İlâhî prensiplerin yer aldığı Kur’ân’ı Yüce Allah’ın bir kitabı, insanı ve onun fıtratını da diğer bir kitabı olarak kabul ettiğimize göre, bütünüyle iki kitabın ve parça parça âyetlerinin birbiriyle çelişmesi kesinlikle mümkün değildir.
Kur’ân, “insana gerçekleri ve Yüce Allah’ı hatırlatan” ilâhî kaynaklı evrensel bir hitaptır, sesleniştir.[24] Bu ismi gereği Kur’ân, fıtrat sözleşmesinde gerçekleşen programın işletilmesi, aklın yadırgamayacağı esasların insana sunulması ve bütün varlıklarla ilgili görev ve sorumlulukların kendilerine hatırlatılmasını ifade eder.
9. el-Hakk
Kur’ân, “gerçeği getiren ve gerçeği temsil eden” bir kitaptır.[25] Yûnus 10/32’de ifade dildiği üzere Hakk’tan öte geriye dalalet kalacağı için Kur’ân’ın hakkı temsil eden değer olduğu açık bir gerçektir. Kur’ân’ın sunduğu bütün bilgiler, inananlar için tartışma kaldırmayacak netliktedir ve gerçektir.
10. er-Rahmet
Kur’ân, “insanlığa ve kâinata merhameti tanıtan ve ilâhî rahmetin tecellisi olan” bir sesleniştir.[26] Bu yönüyle Kur’ân, merhametin kaynağı ve sahibi olan Yüce Allah’ın insanlara rahmetinin sonucudur.
11. el-Hidâyet/el-Hüdâ
Kur’ân, “şaşkınlıkları gideren yol göstericilik” misyonuyla şekillendirilen bir yol haritasıdır.[27] Kur’ân’ın yol göstericiliği ayırım yapmadan bütün insanları ilgilendirmektedir. Kur’ân hem hidayettir hem de hidayetin ilkelerini öğreten bir rehberdir.
12. el-Büşrâ
Kur’ân, “sunduğu ilkelere uyanlar için âhirette cennet müjdesi veren” bir mesajdır.[28] Bu yönüyle Kur’ân, dünyada ilkelerine uyanlar için meleklerin beraberliğini de müjdelemektedir.
13. el-Mev‘ıza
Kur’ân, “bütün ilkelerinde öğüdü esas alan ve öğüdün nasıl verileceğini öğreten” bir rehberdir.[29] Nasihat vermede en güzel metotların yer aldığı asıl kaynak, Kur’ân’dır. Allah’a davet edenlerin, davette uygulayacakları yöntemleri Kur’ân’dan öğrenmeleri gerekir.
Kur’ân-ı Kerîm’in Kur’ân’da yer alan ve en çok gündemde bulunup insanların gündelik hayatlarında bilip kullandığı isimlerini ana hatlarıyla tanıtmaya çalıştık. Şüphesiz bu konuda söylenmesi gerekenler bizim söylediklerimizden ibaret değildir; sadece bazı hatırlatmalar yaparak Kur’ân hakkında bir kanaat oluşturmaya gayret ettik.
Kısa Sûrelerin Tefsiri, Mehmet Okuyan, 1. Cilt
[1] Bu konuda Kur’ân kelimesinin, “anlamları birbirine yakın olmak” anlamında k-r-n, “manaları birbirini çağrıştırmak” bakımından karîne, “diğer ilâhî kitapların mesajını toplamak” açısından el-kar’ü kökünden geldiği âlimlerimiz tarafından ileri sürülmektedir. Kelimenin “mürtecel”, yani herhangi bir kökü olmadan bu son mesajın özel ismi olduğu da kabul edilen görüşlerdendir. Bakış açılarına göre hepsinin doğruluk payı elbette vardır. Ancak biz, kelimenin k-r-e “okumak” kökünden türetildiği görüşünü benimsemekteyiz.
[2] Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/4; Furkaan 25/1.
[3] Bakara 2/53; Enbiyâ 21/48.
[4] Enfâl 8/41.
[5] Enfâl 8/29.
[6] Bakara 2/185; Âl-i İmrân 3/4; Furkaan 25/1.
[7] Enfâl 8/29.
[8] İbrâhim 14/1.
[9] Nisâ’ 4/174; Mâide 5/15; En‘âm 6/91; A‘râf 7/157; Tevbe 9/32; Hacc 22/8; Nûr 24/35; Lokmân 31/20; Şûrâ 42/52; Saff 61/8; Teğâbün 64/8.
[10] Nûr 24/35.
[11] Nahl 16/2; Mü’min 40/15; Şûrâ 42/52; Mücâdele 58/22; Kadr 97/4.
[12] Şûrâ 42/52.
[13] Enfâl 8/24.
[14] Âl-i İmrân 3/179; ‘Ankebût 29/2.
[15] Haşr 59/21.
[16] Yûnus 10/57. Benzer âyetler için de bk. İsrâ 17/82; Fussılet 41/44.
[17] Tevbe 9/14.
[18] Şu‘arâ’ 26/80.
[19] Nahl 16/69.
[20] Âl-i İmrân 3/138. Benzer örnekler için bk. Nahl 16/89; Rahmân 55/4; Beyyine 98/1, 4.
[21] Zâriyât 51/23; Mü’minûn 23/62. Bu âyetlerde sözü edilen kitap ve konuşma dünyada Kur’ân’la ilgilidir; âhirette ise amel defteridir.
[22] Âl-i İmrân 3/95.
[23] Yûnus 10/32.
[24] Hûd 11/114; Hıcr 15/6; 9; Nahl 16/44; Kehf 18/28; Tâhâ 20/99; Enbiyâ 21/24; 50; Furkaan 25/18; 29; Yâsîn 36/11; Sâffât 37/3; 168; Sâd 38/8; 49; Zümer 39/22-23; Fussılet 41/41; Zuhruf 43/5; 36; 44; Necm 53/29; Mücâdele 58/19; Talâk 65/10; Kalem 68/51; Cinn 72/17; Müddessir 74/54; İnsân 76/29; ‘Abese 80/11.
[25] el-Hakk kelimesi Kur’ân’ın ismi olarak oldukça fazla âyette kullanılmaktadır. Örnek için bk. Bakara 2/91; 119; 144; Nisâ’ 4/170; Mâide 5/48; 83; 84; En‘âm 6/5; Yûnus 10/108; İsrâ 17/81; Zâriyât 51/23; Hadîd 57/16.
[26] Örnek için bk. En‘âm 6/157; A‘râf 7/52; 203; Yûnus 10/57; Yûsuf 12/111; Nahl 16/64; 89; İsrâ 17/82; Neml 27/77; Kasas 28/43; Lokmân 31/3; Câsiye 45/20.
[27] el-Hüdâ/el-hidâyet kelimesinin Kur’ân’ın ismi olarak kullanıldığı âyetler için bk. Bakara 2/2, 97, 159, 185; Âl-i İmrân 3/4, 138; Nisâ’ 4/115; En‘âm 6/88, 91, 157; A‘râf 7/52, 203; Tevbe 9/33, Yûnus 10/57; Yûsuf 12/111; Nahl 16/64, 89, 102; İsrâ 17/94; Kehf 18/55, 57; Tâhâ 20/123; Neml 27/2, 77; Kasas 28/43, 57, 85; Lokmân 31/3, 5, 20; Sebe’ 34/32; Fussılet 41/44; Câsiye 45/11, 20; Muhammed 47/25, 32; Feth 48/28; Necm 53/23; Saff 61/9; Cinn 72/13.
[28] el-Büşrâ kelimesinin Kur’ân’ın ismi olarak kullanıldığı âyetler için bk. Bakara 2/97; Nahl 16/89, 102; Neml 27/2.
[29] el-Mev‘ıza kelimesinin Kur’ân’ın ismi olarak kullanıldığı âyetler için bk. Bakara 2/275; Âl-i İmrân 3/138; Yûnus 10/57; Hûd 11/120; Nahl 16/125; Nûr 24/34
Bu yazı daha önce
kişi tarafından okundu.
0 yorum:
Yorum Gönder